Düşünce dünyamızda nelere takılıp kalıyoruz? İç dünyamıza; ‘’Düşünce Mahzeni’’ demeyi seviyorum. Bir mahzen ki; derin mi derin, aynı zamanda uçsuz bucaksız, giz dolu bir mecra. Bizler buna kısaca, kafa diyoruz. Kafaya/kafana takma! Hayır, kafaya/kafana tak, öyle bir tak ki, taktığın sanat olsun.
Düşüncenin takıntılı bir yanı var, peki nerelere, nasıl takılıp kalıyor? Bazen geçmişte olmuş bir şeyi, bazen de henüz olmamış bir şeyi, olmuş gibi yaşayıp tekrar ediyor. Bazen söylenen bir sözü, yapılan bir davranışı hatırlayıp duruyor. Ya da kendine söylenen bir sözü, yapılan davranışı başa sarıp, sarıp, izliyor, dinliyor. Bu farklı bir şey de olabilir. Yapmak isteyip yapamadığı bir şey olabilir. Hiç olmasını istemediği bir şeyi yaşamış olması da olabilir. Bir kayıp, travma, içinde bulunduğu durumu kabul etmeme, uyum sağlayamama gibi pek çok konu sayabiliriz. Demek ki, düşüncenin bir tekrar etme özelliği var. Buna, takılıp kalma da diyebiliriz. Bu hal sürekli olursa, süreç uzadıkça bunu bir alışkanlığa çeviriyor. Öyleyse bunu değerlendirebilir miyiz? Düşüncenin bu yapısını, kendimiz için kazanıma dönüştürebilir miyiz?
Öyle bir şeyi kafaya takalım ki, bu tekrar etme alışkanlığını, o alanda kendimiz için bir kazanıma çevirelim. Bunun ne olduğunu bilmiyoruz. Neyi kafaya takmalıyız? Bu sorunun cevabı için düşünce mahzenimize başvuracağız. Doğru cevabı bulana kadar, mahzenimizde bir gezintiye çıkmalıyız. Bu gezintide sorular sorabiliriz. Yapmak isteyip yapamadığım, ertelediğim, ne/neler var? Neyi yaparsam bana iyi gelir ve zihinsel/bedensel olarak, huzuru/dinginliği yakalarım? Yeteneğim nedir? Yeteneğimi keşfetmem için, neyi görmem/bilmem gerekiyor? Sorular çoğaltılabilir, genişletilebilir. Ya da, konunun ne olduğunu biliyor da olabiliriz.
Bir süre bu soruları soralım. Gelen cevapları değerlendirelim. Hangi cevap yoğun ve daha istekli ise, onu seçebiliriz. Sonra o konuda neler yapmalıyız, bunları düşünmeliyiz. Karar verilen alanda bir malzeme almak gerekiyorsa, ya da konu her neyse ihtiyaçlar listesi belirlenmelidir. Karar verilen konu her neyse, o alanda kitaplar edinmeli, araştırma ve okuma yapılmalıdır. Bir eylem planı hazırlayarak, belirlenen konuda hareket edilmeli, hayata geçirmek için adım atılmalıdır. Bütün bunları yaptık, yeterli mi, her şey tamam mı? Tabi ki, hayır, her şey karmaşık bir hal alacak. Örneğin, karar verilen konu, sağlıklı beslenerek kilo vermek olsun. Daha Bismillah derken, komşumuz elinde tatlı tabağıyla gelebilir. Hatta gelebilir değil, gelir, ikramlar yağmur gibi yağar. Konu, bir bağımlılığımızdan kurtulmak olsun. Bağımlılık duyulan konudaki her şey, gözümüze daha çok görünmeye başlar. Her yerden görünür, seslenir, ‘’Beni bırakma!’’ der.
Bir müzik aleti çalmak istediğimizi varsayalım. O enstrümanı alacak para, gidip öğrenecek kurs yoktur. Hatta bu kurs için de, bütçe ve zaman yoktur. Diyelim ki şartlar oluştu, hepsi var. Bu kez de, zaman ayrılsa bile, tam gidecekken bir şey gelişir ve gidilemez. Diyelim ki, bu sorunu da atlattık, zaman da bulabiliyoruz. Tekrar, tekrar çalışmak gerekmektedir. Sadece kursa gitmekle olmaz. Öğretmen sadece öğretir, sorumluluk kişinin kendisine aittir. Diğer çalışma zamanlarında ya misafir gelir, ya fazla mesai olur veya zamanımız olur ama bu kez de canımız istemez. Hatta hayatımıza katmaya çalıştığımız yeniyi unutur, eski alışkanlıklarımıza geri döneriz. Pek çok etken olurda, olur… Hep bir şeyler çıkar ve orada kalamayız. Böylece, denedim ama olmadı deriz. Şöyle oldu, böyle oldu, şu sebepten yapamadım deriz ve sorumluluğu üzerimize almayız/alamayız.
Düşünce tembeldir, ertelemeyi çok sever. Düşüncenin tekrar etme ve bunu alışkanlığa çevirme yapısıyla birlikte, tembel olan da bir yanı vardır. Bu kez de bu tembelliği, ertelemeyi alışkanlık haline getirir. Farkında olmadan, kendimizi tembellik ve erteleme alışkanlığına takmış olarak buluruz. Bu nasıl oldu, neden oldu hiç anlamayız. İşler kendiliğinden oraya varır, ruhumuz bile duymaz. Bu defa da, bu takma halinin yöneldiği yeni alan için emek vermemiz gerekmektedir.
Her insan kafaya bir şeyleri takar. Düşüncenin mizacı budur. O, hiç boş duramaz, daim işleyiştedir, hareket halindedir. Onu boş bıraktığımızda da, kafasına göre takılır. Rastgele, hiç işimize yaramayan konuları, durumları takar ve tekrar edip durur. Sonra bunlara, psikolojik sorunlar adını takarız. Sorun psikolojik değil, düşünsel bir sorundur. Kişi, düşüncesinin yapısını keşfetmeli, tanımalıdır ve ona göre yeni çözüm/çözümler üretmelidir. Düşüncenin bu yapısını değiştiremeyiz. Fakat ona farklı bir şey sunarak, o konuda takmayı, tekrar etmeyi ve bunu kazanıma çevirmeyi başarabiliriz.
Bütün bunlar yeterli midir? Cevabım, hayır, yeterli değil. Bu aşamadan sonra bir şeye, hatta en önemli olan bir şeye ihtiyacımız vardır. O da, içsel disiplinimiz. İçsel disiplin yoksa devamlılıkta yoktur. O zaman başarı da yoktur, olamaz.
Bir özet geçelim. Düşünce tekrar eder, takıntılıdır/takar, dağınıktır, sebepler üretmeyi sever, alışkanlığa sahiptir, disiplinini ve iradesini bu yönlerde kullanır. Peki, bütün bunları neden yapıyor? Çünkü değişime, yeniliğe açık değildir. Bunu neden yapıyor? Bildiği, güvendiği, tanıdığı alandan çıkmak istemez. Yeni olan her şey, onun için tehlike çanlarının çalmasına sebep olur. Çünkü düşünce eskidir, yeni olandan ve bilmediği her şeyden korkar. Bütün bunları da, güvende olmak adına, yılların farkında olmadan getirdiği alışkanlıklarının sınırında yapar. Belirlediği, sınırlı olan alanının dışına çıkmaz istemez. Buradan da şu sonuca varırız, düşünce sınırlıdır, kendini sınırlamıştır. Bu sınır, kendisi için oluşturduğu güvenli alanıdır. Bu alanın dışına çıkaracak olan her eylem, onun için tehlike ve korku demektir.
Düşüncenin bu yapısını görüyoruz. Öyleyse alışkanlığı, tekrar etme huyunu, takan mizacını, en önemlisi de disiplini, yeni olan üzerine yoğunlaştırmalıyız. Böylece, iradeyi ve dikkati, belirlediğimiz konu üzerinde toplayabilelim. Tembel yanını da görüyoruz. Tembel olan mizacını da ürkütmeden, çalışmakla değiştirebiliriz. Bizim için olmazsa olmaz değil de, olmasa da olur konulara tembelliği yönlendirebiliriz. Bu gözlemde, düşüncenin tutunduğunu da görüyoruz. Düşüncenin yapısını değiştirmek için bir çaba göstermemeliyiz, bu onda direnç oluşturur. Böylece yeni olanı düşman olarak algılar ve savaş açar. Onu görerek, tanıyarak, yok saymadan, dışlamadan, yargılamadan, aynı mizacını (Takmak) yeni seçtiğimiz alanda yoğunlaştırabiliriz. Böylece kafaya taktığımız konu değişir ama kafaya takma mizacımız değişmez. Akabinde, dikkat, irade ve disiplin o alana doğru yönelir. Bu da, bize ve hayatımıza kazanım olarak geri döner.
Çoğu sohbette, karşımızdaki kişiye ‘’Kafana takma’’ deriz. Bence artık bunu söylemekten vazgeçelim. Kafana tak ama bunu değil, çok isteyip yapmadığın, ertelediğin, sana çok iyi gelecek olan şey ne ise, onu kafana tak, diyelim.
Kafamıza takalım! Çünkü bu takma mizacımızı değiştiremeyiz. Öyleyse ona, takacağı, tekrar ettikçe alışkanlık edinip sahipleneceği bir şey verelim. Fakat öyle bir şeyi kafamıza takalım ki, taktığımız şey bizi güzelliklere taşısın. Merak edilen, ilgi duyulan, ertelenen şey nedir? Bu sorunun cevabını hayata geçirmeyi kafaya takalım. Kafaya taktığımız şey, hayatımıza yenilik getirsin. Taktığımız konu/alan her neyse, bundan keyif alalım. Hem güzel vakit geçirelim, hem hayatın günlük akışının dışına çıkalım. Böylece zihnimiz, dingin bir hal alarak dinlenir ve yenilenir. Bunun sonucunda da, ona yeni bir yol sunmuş oluruz. Ayrıca o alanda gelişir ve yeni fikirler üretiriz. Mümkünse bunları aşkla, sevgiyle yapalım. Herkes kafana takma der, ben kafana tak ama kafana taktığın şeyi/şeyleri değiştir diyorum. Bilinçli olarak bir şeyi/şeyleri kafana tak diyorum. Buna da ‘’Kafaya Takmak Sanatı’’ adını verdim, kulağa hoş geliyor.
Farklı bir bakış açısından kaleme aldığınız yazınızı çok beğendim..başarılar
Çok teşekkür ediyorum.