Basitçe şöyle açıklayabiliriz. Yemek yerken arka planda düşünme işlemi varsa eğer, yenilen yemek değil, düşüncelerdir. Burada tat, koku ve hissetme duyuları özgür değildir. Fakat yemek yerken düşünce olmadan yenilirse eğer, yemeğin lezzeti, kokusu ve ağızın hareketi hissedilir. Kitap okurken, ders çalışırken arka tasarda düşünceler varsa, okunan kitap değil kişinin kendi düşünceleridir. Okunan bilgi hafızaya çarpıtılmış veya eksik olarak işlenir. Ve bu öğrenme değildir. Öğrenmede sadece dikkat hali vardır, düşünceler ölü gibi sessizdir, devinmezler. Dinlerken arka planda düşünceler varsa eğer, dinlenen, duyulan kişinin kendi düşünceleridir. Böylece yapılan yorum da, yine kendi düşüncesinin, kendi yargısının sonucu olacaktır. Kişi, karşı tarafı hiç duymamış, hiç anlamamış olacaktır. Bakmak ile görmek aynı şey değildir. Gökyüzüne bakarken arka tasarda düşünceler varsa eğer, gördüğü gökyüzü değil, kendi düşünceleridir. Kişi evi süpürürken düşünce varsa, evi fiziksel olarak temizleyecek ama süpürdüğü düşünceleri olacaktır. Yemek pişirirken düşünce varsa, tencerede fiziksel olarak yemek pişse de, varlıkta pişen düşüncelerdir. Otururken düşünce varsa, koltuk veya sandalyeye temas hissi yoktur, kişi düşüncelerin içinde kaybolmuştur ve nerede olduğunun farkında değildir. Duş alırken düşünce varsa eğer, bedeni fiziksel olarak ellerinin alışkanlığıyla yıkanır ama bedenin suyla temasının hissi yoktur. Kişinin yıkadığı düşünceleridir. Diş fırçalarken düşünce varsa, dişlerini alışkanlık üzere elleri fırçalar ama içinde düşüncelerini fırçalamaktadır. Aynaya baktığında kişi düşüncelerle bakıyorsa gördüğü gerçek kendisi değil, kendi hakkındaki düşünceleridir. Kişi yürürken düşünüyorsa eğer, yürüyen bacaklarıdır, kendisi yürüdüğünün bilincinde değildir. Bacakları yürümeyi bildiğinden dolayı adım atar, ama kişi aslında düşünceleriyle yürür. Ve etrafında olup bitenleri göremez, duyamaz vb. Bu hallerle yaşayan kişi varlığının bilincinde değildir, düşünce buna engel olmaktadır. Düşünce her şeyin arasına girer, ya geçmiştedir, ya da gelecektedir, şimdide olamaz.
Sizce bu yaşamak mıdır? Her yerde düşünce kol gezerken, insan varlığının farkında olabilir mi? Eğer bu halde yaşanıyorsa, varlığının farkında olan sadece düşüncedir, insanın kendisi değil. Hal böyle iken, yaşanmadan yitip gidiyor hayatlar. Sonra bunun adına biz hayat diyoruz. Bu durumda hiç gerçekle karşılaşılmıyor. Birbirimizin hayatlarına değmeden, kendi iç dünyamızda kendi düşünce ve duygularımızla yaşıyoruz. Buna da ilişki diyoruz. Karşındaki kişiye düşüncelerle bakıyorsan (Ona dair bilgiler, imajlar, anılar) onu değil kendi düşüncelerini görürsün. Düşünce her yerde araya girer ve kişiyi gerçekte olandan ayırır. Gerçekle yaşamanın yolu, duyuların düşünceden özgürlüğüdür. Duyular özgür olduğunda ancak gerçek yaşanabilir. İşte o zaman düşünce yanılsamaları değil, gerçekte olanı görür, işitir, hisseder, tadar, koklar ve düşünür. Çünkü düşünce sevimli ve sevimsiz hayaletlerden özgürdür. Hal böyle olunca dil de gerçeği konuşmaya başlar. Kokular iyi veya kötü diye adlandırılmaz sadece koku olurlar. Tat, iyi veya kötü diye ayırmaz sadece tat vardır, lezzet vardır. Hisler sadece olanı algılar, acıdan, korkudan, geçici hazlardan özgürdür. Sadece esenlik vardır, hiçlik vardır. Çünkü gerçeği yaşamak istiyorsak eğer hiçbir yerde, hiçbir zamanda, yani hiç kimse olmak zorundayız. Gerçeği etiketlerle yaşayamayız. Gerçek olandır, yanılsama ise zandır. Benlik olduğunda ilişki yoktur ve hayatla da bir ilişki yoktur. Çünkü hayatın kendisi ilişkidir. Kendimizle olan ilişkimiz, diğerleriyle olan ilişkimiz, dünya ile olan ilişkimiz. İşte hayatımız bu. Öyleyse; ilişkileri anlamadan, hayatı anlayamayız. Ve hayatı anlamak, kesin şudur diye bizi bekleyen sabit bir nokta değildir. Hayat akar, yaşamın ta kendisidir ve an be an anlaşılmak zorundadır. Her an değişen, hareket eden, canlı olan yaşamı bir noktada sabitleyemeyiz, o zaman yaşam değil, ölü bir şeyden bahsediyor oluruz.
Bir gün sahilde yürüyüş yapmış, ardından bir kafede oturmuştum. Tam kalkmak üzereydim ki hava karardı ve aralıklı olarak tekrar eden gürültü sesi geldi. Bulutlar kararmıştı ve gürültü yağmurun geleceğini haber veren gök gürültüsünü andırıyordu. Kalktım, eve dönüş yolunda ilerledim. Gürültülü ses arada geliyordu, bir an gök gürültüsü iken, bir an sahilde çalışan iş makinelerinin çıkardığı gürültülü ses gibi yansıyordu kulaklarıma. Dikkatimi sese verdim. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. O gün deniz çok dalgalıydı. Ses yeniden geldi ve sesin nereden geldiğini anlamak için bir süre durakladım. Sonra anladım ki ses, denizin dalgaları kıyıdaki betonun duvarına vurduğunda açığa çıkıyordu. Gerçekte olan sesin yankısı ise gök gürültüsü veya iş makinelerinin sesi gibi yansıyordu. Gök gürültüsü algısını bana veren, gökyüzündeki bulutların kararmış olmasıydı. İş makinelerinin sesi olduğu algısını veren ise az ileride sahil çalışması yapan iş makinelerinin görüntüsüydü. Zihnim ses ve görüntüyü bir araya getirerek bana bu izlenimi veriyordu. Durup gerçekte olanı anlamak istemeseydim eğer, yanılsama olan sesi gerçek olarak algılamış bir vaziyette oradan ayrılacaktım.
Demek ki algı gerçek değildir. Gerçeği görmek için gerçekte olanla karşılaşmamız gerekiyor, yanılsamalarla değil.
Bir arkadaşım, bir gece misafirlikteyken sabaha kadar saatin sesinden uyuyamadığını söylemişti. Saatin sesi odada yankılanmış, çok yüksekte asılıymış izlenimi vermişti. Gün ağardığında, saatin uzanabileceği bir mesafede olduğunu görmüş ve neden ışığı yakarak bakmadığına pişmanlık duyarak hayıflanmıştı.
Duyularımız bizi yanıltır çünkü hep düşünce araya girer. Psişik olarak da bu böyledir. Dünün anısı, güzel günlerin, acı günlerin hatırası hep bizimledir. Böylece hayatımızdaki kişileri ve kendimizi hep dünün penceresinden seyrederiz. Böylece asla yeni olamaz, yeni olanı göremeyiz. Bunun nedeni hafızadır. Hafızanın özelliği kaydetmektir. Her şey kayıtlıdır ve biz fark etsek de, fark etmesek de, arka tasarda işleyişini, etkisini sürdürür. Böylece bugünümüz dünün, yarınımız bugünün tekrarı olur. Aynı şeyleri düşünür, aynı şeyleri görür, aynı bakarız hayata. Ara, sıra küçük değişiklikler, küçük sevinçler, mutluluklar girer hayatımıza, onun dışında her şey aynıdır. Çünkü kendimiz aynıyız. Hafıza dündür, yani geçmiştir, bu durumda bugün de, yarın da dündür ama asla şimdi değildir. Öyleyse bunun bir yolu olmalı, yoksa ki sonsuz kez kendini tekrar eden aynı şeyleri yaşamaya devam edeceğiz. Tıpkı denizdeki gel-git gibi, boomerang gibi hep aynı noktada bulacağız kendimizi. Fakat dün dediğimiz tüm geçmişin psişik etkisinden özgür olabilirsek, işte o zaman her an yenidir, her an şimdidir. Beyin sakinler, beden sakinler, artık geçmişten özgürdür. Geçmişin bilgisi gerektiğinde hatırlanır, fakat duygusal etkisi yoktur. İşte bu halin adı huzurdur. Bedenin duygulardan özgürlüğünü bir önceki yazımda anlatmıştım. Beyin geçmişin hafıza kaydından, beden duyumlardan (duygulardan), beş duyumuz düşüncenin etkisi olan yanılsamalardan, dil kendini tekrar eden (etiketleyen) söylemlerden özgür olduğunda artık hiç kimse olursun. Hiçbir yerde, hiçbir zamanda ve hiç kimsesindir. İşte o zaman huzur ile birlikte derin bir şükran duygusu olur. Her an yenisindir, her an şimdidesindir ve hiçbir anı biriktirmiyorsundur, duygun huzur ve şükürdür. İşte o zaman düşüncenin önüne geçerek engel olduğu yaşam enerjisi, engel ortadan kalktığı için akmaya başlar. Artık ölü gibi yaşayan biri değil, gerçekten yaşayan, an be an farkında ve gerçekle yaşayan bir insan olursun. Ve gerçek her an keşfedilen; dünde, yarında değil, anın içinde her an keşfedilendir. Eğer dünün anısı araya giriyorsa, bu eksik deneyimdir. Eksik deneyim nedir, gerçek nedir, sonraki yazılarımda konuşalım.
Hiç gökyüzünü, bir kuşu, kediyi, köpeği, ağacı, sevdiğiniz bir insanı, denizi, hiçbir düşünceniz olmadan, araya kelimeler girmeden sadece gözlem halinde oldunuz mu? Gözlemleyen, deneyimleyen değil, sadece gözlem halinde oldunuz mu? Eğer baktığınız denizse, ‘’deniz, dalga, mavi’’ gibi deniz ile ilgili bilgiler veya geçmişin anısı, geleceğin hayali, denizin kendisiyle sizin aranıza girmeden, sadece denize bakıp, denizin kendisini gördünüz mü? Hiç bir insanı düşüncelerinizle yorum yapmadan sadece dinlediniz mi? Bir filmi, hiçbir düşünce, duygu ve yorumunuz olmadan sadece izlediniz mi? Sanırım, gözlem hakkında ve gerçek dinlemenin ne olduğu hakkında da konuşmalıyız. Kalın sağlıcakla.