Öncelikle düşünce nedir, düşünme nedir ve bu düşüncenin başlangıcı ve devinimi nerededir bunları ele almalıyım. Düşünce; elle tutulmayan, gözle görülmeyen, sesi, sözü, görüntüsü olmayan bir enerji devinimidir. Peki, düşünce nerededir? Tüm danışanlarımda şuna şahit oldum; düşüncelerine baktırdığımda çoğu kişiden kafamın içinde cevabını aldım. Bazılarında ise düşüncelerin bir kısmı kafasının içinde, bir kısmı da kalbinde idi. Peki, düşünceler gerçekten kafamızın içinde midir, yoksa beynimizde olduğunu düşündüğümüz için mi düşünce kafamızın içine yerleşmiştir? Neden bazı kişilerde de düşünceler kalp ve beyine yerleşmiştir? Düşünce enerji olduğuna göre, enerjinin bir mekanı ve bir zamanı olur mu? Enerjinin mekana ve zamana ihtiyacı yoktur. Öyleyse beyin düşüncelerden özgür kalarak huzurlu, sessiz ve sakin olabilir mi? Şüphesiz bunun cevabı, evet beyin düşüncelerden ve düşünme işleminden özgür olabilir. Madem beyin düşüncelerden özgür olabiliyor, öyleyse neden düşünceler beyinde cirit atmaktadır? Buraları inceledikten sonra aşırı düşünme konusuna geçebiliriz.
Bildiğiniz gibi bir hafızamız vardır, diğer adıyla buna bellek diyoruz. Hafıza beynin bir özelliğidir ve her şeyi kaydetme özelliği vardır. Fakat hafızamızın iki özelliği vardır; biri anılarımızı işlediği yanı, diğeri bilgileri kaydettiği yanı. Birini psikolojik hafıza, diğerini bilişsel hafıza diye tanımlayabiliriz. Bilişsel hafıza açısından her şey yolundadır. Nereye gideceğimiz, ne yapacağımız, hangi saatte hangi işi yapacağımız, okuduğumuz kitap, ders çalışırken ki öğrenme, evimizin adresi ve yolu gibi ihtiyaç duyduğumuz bilgileri içeren bir depodur. Psikolojik hafıza ise yaşadığımız, özellikle iz bırakan acı hatıraları, travmaları, güzel anıları kayıt altına alır ve depolar. Güzel anılar özlemle hatırlanırken, üzücü deneyimlerin anısı hüzün ve acı ile hatırlanır. Hafıza hiçbir şeyi unutmaz. Fakat bazı deneyimler sürekli hatırlanarak tekrar edildiğinden dolayı derin bir iz bırakmakla birlikte, hep ön plana çıkarlar. Kişi aynı konudaki düşünceleri, duygularıyla birlikte sürekli tekrar eder durur fakat bir çıkış yolu, kurtuluşu da bulamaz. Artık düşüncelerinin ve duygularının esareti altındadır. Ben bu sürekli tekrar haline bant kaydı, sürekli tekrar eden, çoktan yaşanmış ve bitmiş olan, ayrıca kişinin canını yakan bu düşüncelere de sevimsiz hayaletler diyorum. Sevimsiz hayaletler sürekli kişiyi ziyaret eder ama misafir olup gitmezler, artık onlar başköşeye oturmuşlardır. Kovsa da, kızsa da, dövse de, sövse de, sevse de gitmezler çünkü bu sevimsiz hayaletler çoktan ev sahibi olmuşlardır.
Bu düşünceler hayalettir, gerçek değillerdir. Fakat öyle kurnazdırlar ki, kişiye gerçekmiş algısını yaşatırlar. Kişi, sürekli tekrar eden bu düşüncelerin girdabına takılı kalmıştır. Nedir bu hayalet düşünceler? Hayalet düşünceler; geçmişte olmuş ve bitmiş olanla, henüz olmamış geleceği tasarlayan, gelecekte olması arzulananlardır. Geçmiş çoktan yaşanmış ve bitmiş olduğuna göre, gelecek ise henüz gerçekleşmediği ve yarınlarda ne olacağını bilmediğimize göre, her iki türlü düşünme biçimi de hayalidir, gerçek değildir. Benim tabirimle, güzel şeylerse düşünülen, sevimli hayalet, acı tecrübeler ile olmuş veya olacağı düşünülen kaygı ve korku dolu düşünceler sevimsiz hayaletlerdir. Gerçek daima şu anda olandır, şu anda karşılaştığımız, şu anda yaşadığımızdır. Düşünceyi şimdi olanla karşılaşmaktan alıkoyansa hafızanın bant kaydıdır. Eğer dikkat eder ve incelerseniz, hep aynı şeyleri düşünüyor, hep aynı şeyleri hissediyor, hep aynı şeyleri konuşuyor olduğunuzu gözlemleyebilirsiniz. Böylece bant kaydı sürekli sağlamlaşır, güçlenir.
Düşünce enerjisini kendisi üretir, enerjiyi kendisinden alır. Bu nedenle sürekli devinim halinde olmak zorundadır. Düşünce enerjisini kendisinden aldığına göre onu durdurarak kendisini tekrar etmesini önleyebilir miyiz? Şüphesiz ki cevabım evet. Böylece beyin psikolojik hafızanın etkisinden özgür olabilir. Evimizin adresini hatırlamamız gerekiyor, kim olduğumuzu bilmek için yaşam öykümüzü de bilmemiz gerekiyor. Fakat geçmişin duygusal etkisine gerçekten ihtiyaç var mıdır? Şüphesiz bu hiç kimsede işe yaramamıştır, bu durum sadece düşüncenin kendi enerjisini üretmesine yarar, bir de kişiyi hasta etmeye yarıyor. Bir diğer yararı da düşünürken duyulan hazdır. Çoğu kişi bunun farkında değildir ama eğer kendilerini düşünürken kaybolduklarında yakalayabilirlerse eğer, derin bir haz duyduklarını da fark edeceklerdir. Yani, diğer yönüyle buradan beslenirler lakin farkında değillerdir. Sadece duydukları acının farkındadırlar, acının getirdiği haz ise gizlenmektedir.
Öğrendiğimiz bilimsel bilgiler yukarıda anlattığım gibi, hafızanın beynin bir özelliği olduğunu anlatıyor. Uzun yıllar düşünce ve düşünme üzerine düşündüm, araştırdım ve çalıştım. Şunu çok merak ediyordum, acaba gökyüzü gibi bizim içimizde de bir boşluk var mıdır? Sonunda cevabı buldum, evet bizim içimizde de boşluk var ama hafıza dediğimiz bant kaydı bu boşluğu fark etmekten bizleri alıkoyuyor. İçimizdeki boşluk, hafızanın olmadığı alandır. Akabinde çalışmalarımı bu yönde geliştirdim. Yukarıda da bahsettiğim gibi, danışanlarımın düşünceleri kafalarının içinde, bazılarında hem kafalarının içinde, hem de kalplerinde idi. Bunun nedeni, öyle olduğunu öğrenmiş olmamızla birlikte kullandığımız cümlelerdir. Kafamın içi dolu, kafama çok taktım, artık beynim almıyor, düşünmekten beynim yoruldu, beynim çok dolu gibi cümleler nedeniyle düşünce beyine konuşlanmıştır. Hatırlarsanız yazımın başında belirtmiştim, düşünce enerjidir, enerjinin mekanı ve zamanı yoktur demiştim. Düşünceyi mekanlı kılan beyinde olduğu bilgisi, psikolojik zamanlı kılansa sürekli geçmişin tekrar edilmesiyle şimdiden uzaklaştırmasıdır. Peki, hem kalpte hem de kafasının içinde olan bölünme neden kaynaklanıyor? Bunun sebebi de yine düşünceye mekan gösterilmesi, bir yer işaret edilmesidir. Aklım böyle diyor, kalbim ise şöyle diyor, gibi cümlelerle duygusal düşüncelere kalp, mantıklı düşüncelere ise beyin işaret edilmiştir. Böylece düşünce ikiye bölünmüş, iki ayrı mekana yerleşmiştir. Nadir olsa da, düşüncelerin akciğerlerde yerleşmiş olduğu kişilere de rastladım. Beyin ve kalp bu düşünme işleminden özgür olduktan sonra düşünceler, bir süre boğaz bölgesinde geziniyor ve ağız içiyle, burun deliklerinde geziniyor. Bunun nedeni de, düşüncelerin konuşma aracımız olan dil ile tekrar edilerek açığa çıkmasıdır. Şimdi sıra ağız içini ve dili düşüncelerden özgür kılmakta. Bu hale geçmeden önce, belli boşluklar yakalayarak tepeden tırnağa sessiz ve huzurlu bir hal yakalanıyor. Ağız içi ve dilde düşüncelerden özgür olduktan sonra tam bir sessizlik hali yaşanıyor, sadece gerektiği zaman düşüncelere veya geçmişe başvuruluyor. Ben bu hale huzur diyorum. Sessiz, sözsüz, sakin, dingin, huzurlu bir hal. Ve sonunda anlıyorum ki, beyin, akciğerler, kalp, ağız içi, dil, belki başka kişilerde başka, başka organlar düşüncenin evi haline gelmiş ve hafıza görevi görüyor. Tam özgürlük olduğunda ise bir hafızamız olmadığını keşfediyoruz. Sadece şu an olanın gerçekliği var. Gerçekten şaşırtıcı değil mi? Peki, hafızamız yoksa ve şu an olanla yaşıyorsak eğer, geçmişte olanları nasıl bilebiliyoruz? Geçmişin bilgisi nereden geliyor? Bu durumda düşünce kendini tekrar etmediği için kendi enerjisini de üretemiyor. Bunun cevabını ben de bilmiyorum. Bir gün keşfedersem eğer sizlerle de mutlaka paylaşırım. Geçmişin bilgisi kayıtlı bir şekilde var fakat hareket etmiyor, yani duygusal zamandan özgürlük oluyor. Artık düşüncenin bir mekanı ve zamanı yok, bu durumda kişi düşüncelerin ve geçmişin, hatta henüz olmamış geleceğin de esaretinden özgür oluyor. Bundan sonra yaşanan hal, sadece gerektiği zaman, gereken bilgi çıkarılıp kullanılıyor. Yani, artık düşünceler kişiyi kullanmıyor, kişi düşüncelerini kullanıyor hale geliyor. İşte düşünceden özgür olmak budur, sessiz bir zihin hali. Zaten zihnin doğal hali sessizliktir, zira zihin at koşturur gibi, o düşünceden bu düşünceye koşmaktadır. Bu durum sonlandırıldığında zihin doğal haline yeniden kavuşmaktadır.
Sürekli düşünme halinden özgür olduktan sonra yolculuk bitti mi? Şüphesiz bitmiyor, bir de bedenin hafızası var, yani duyguların mekanı. Bunu da bir sonraki yazımda konuşalım. Sağlıcakla kalın, hoşça kalın.